23 Aralık 2020 Çarşamba

5.HADİS-İ ŞERİF Medine halkı şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı

  Ebu'l-Cevzâ Evs b. Abdillah anlatıyor: Medine halkı şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Onlar Âişe'ye gelerek durumdan yakındılar. Bunun üzerine Âişe: Peygamber'in (sallahu aleyhi ve sellem) kabrine bakın, ondan semaya doğru bir delik açın. Onunla sema arasında da hiçbir tavan/engel olmasın! dedi. Onlar da hemen dediğini yaptılar. Bunun üzerine bize öyle bol yağmur yağdı ki, otlar yeşerdi, develer yağdan çatlarcasına semizleşti. Bundan dolayı o yıla "çatlama" manasına gelen âmu'l-fetk adı verildi. Dârimi-Sünen 1, 43

Bu mevkuf hadisi Dârimî (v. 255/868), Ebu'n-Nu'mân - Saîd b. Zeyd - Amr b. Malik en-Nekri - Ebu'l-Cevzâ Evs b. Abdillah'dan oluşan sened ile Hz. Aişe'den rivayet etmiştir. Muâsır âlimlerden Abdullah Gumârî Gumârî, irgâm, s. 24 rivayeti sahih kabul ederken, Elbânî zayıf görmektedir. Elbânî, şu üç sebepten dolayı rivayetin hüccet olamayacağını söylemektedir:

1) Råvilerden Said b. Zeyd'de zayıflık vardır (fihi da' fun). İbn Hacer Takrib'inde, onun hakkında "Sadûktur, evhåmı vardır" Son derece doğru mânâsına gelen sadûk, İbn Hacer'in tasnifine göre dördüncü mertebede, evhamlı mânâsına gelen lehû evham ise beşinci mertebede yer alan ta'dil lafızlarındandar. Bkz. Uğur, Hadis Terimleri, s. 199, 333 derken, Zehebi de Mîzan'ında şöyle söyler: "Yahya b. Said: O, zayıftır. Sa'di: O, hüccet değildir, onun hadisini zayıf sayarlar. Nesâi: O, kuvvetli değildir. Ahmed: Onun zararı yok, Zararı yok, zararsız mânasına gelen leyse bihî be'sün veya Iâ be'se bih terimi, ta'dil lafızlarındandır. Nitekim Yahya b. Main, "Benim, kendisi hakkında lâ be'se bih dediğim kimse sikadır" der. Bkz. ibn Sa'd,Tabakat, II, 10; V, 148.

Yahya b. Said onu makbul görmezdi".


2) Bu, mevkuf bir haberdir, Hz. Aişe'nin sözü olup Peygamber'e (sallahu aleyhi ve sellem) ulaşan merfu bir hadis değildir. Şayet haber sahih olsaydı, yine de hüccet olamazdı. Çünkü onun, bazı sahabîlerin-hata ve sevâbın imkan dahilinde olduğu- ictihadi görüşleri kabilinden olması muhtemeldir. O görüşler ise bizi bağlamaz, biz onlarla amel etmek mecburiyetinde değiliz.


3 ) Ârim diye bilinen Ebu'n-Nu'man Muhammed b. el-Fadl, sika bir ravi olsa da ömrünün sonunda ihtilâta maruz kalmıştır. Burhâneddin el-Halebi onu ihtilâta maruz kalanlar arasında zikretmiş ve şöyle demiştir: "Onların hakkındaki hüküm şudur: ihtilattan önce kendilerinden hadis alınan kimselerin hadisi makbuldür. İhtilattan sonra alınanların veya durumu müşkil olup kendisinden ihtilattan önce mi sonra mi hadis alındığı bilinmeyenlerin ise, makbul değildir". Bu Haberi Dârimi'nin ihtilat Öncesi mi sonrası mı Ârim'den dinlediği bilinmemektedir. O halde bu haber makbul değildir ve hüccet olarak kullanılamaz... Elbâni, Tevessül, s. 140-141.


Elbâni'nin, râvilere yönelttiği tenkidleri tetkik ederek bir değerlendirme yapmak istiyoruz: Onun zayıf îlan ettiği Said b. Zeyd'i (v. 167/783) sika, sadûk, hafız gibi farklı lafızlarla tevsik edenler İbn Hacer'in tesbitine göre şunlardır: İbn Main, İbn Sa'd, Buhâri. Icli, Ebû Ca'fer ed-Dârimi, Ahmed b. Hanbel ve İbn Hibban. Yine farklı lafızlarla onun zayıf olduğunu söyleyenler de şunlardır: Yahya b. Said, Ebû Hâtim, Nesâi, el-Cüzecâni, Ebû Bekir el-Bezzâr ve Dârakutni. İbn Hacer, Tezhib ll, 304-305.

Görüldüğü üzere Elbâni, Said b. Zeyd'in zayıf bir râvi olduğu fikrinde olanlar söz konusu ederken, onun sika olduğunu ifade eden hadisçileri âdeta görmezlikten gelmektedir. Aslında Elbâni'nin, senedinde Said b. Zeyd'in bulunduğu başka bir hadis için şu değerlendirmeyi yaptığını da görmekteyiz: "Hadisin isnadı hasendir. Râvilerin hepsi de sikadır. Said b. Zeyd hakkında söz söylenmiştir ama bu, onun hadisini hasen derecesinden aşağı düşürmez. İbnu'l-Kayyim de hadisin isnadının ceyyid (sahih) olduğunu söylemektedir" Elbâni, İrvâu'l ğalil V. 338.


Kabul edilmelidir ki bu tutum, biraz da peşin hüküm ve taassuptan kaynaklanmaktadır. Bu tesbitimiz de gösteriyor ki, Elbâni'nin râvilere ilişkin verdiği bilgi ve yaptığı değerlendirme, bir yerde bahse konu olan râvinin rivâyetinin muhtevasıyla alâkalıdır. O, kendi fikir dünyasına ve meşrebine aykırı bulduğu rivâyetleri özellikle sened bakımından bir şekilde çürütmeye çalışırken, sahip olduğu zihniyetle mutabakat arzeden rivayetleri ise bâzen-senedinde bir başka yerde zayıf olduğunu söyleyerek tenkid ettiği (Said b. Zeyd Örneğinde olduğu gibi) râvi olsa bile- kabul edebilmektedir. Böylelikle Elbâni, bilerek veya bilmeyerek kendisiyle çelişmektedir. Şüphesiz bu, ilmî zihniyet ve akademik nezaketle bağdaşmayan bir tutumdur.


Söz konusu Hz. Âişe hadisini reddeden Elbâni'nin gerekçelerinden birisi de, Ârim diye bilinen râvi Ebu'n-Nu'man Muhammed b. el-Fadl es-Sedûsi'nin (v. 224/838), sika olmakla birlikte Ömrünün sonunda ihtilat ve teğayyüre maruz kalması ve onun yaptığı rivâyetin ihtilat dönemi öncesine mi yoksa sonrasına mi ait bir haber olduğunun tesbit edilememesidir. Elbâni, Tevessül, s. 141


Ârim, gerçekten de ömrünün sonunda ihtilat ve teğayyüre maruz kalan sika muhaddisler arasında zikredilen bir râvidir. ibnu's-Salâh, Ulumu 'l-hadîs, s. 356; Suyûti, Tedrib, II. 329. Irâki Takyid, s. 461-462 Genellikle hastalık ve yaşlılık gibi sebeplerle ihtilâta uğrayan râvilerin, bu hallerinden sonra yaptıkları rivayetler delil kabul edilmez. Mâhiyeti müşkil olan, yani ihtilattan önce mi sonra mı alındığı bilinmeyen rivayetler de aynı hükme tabidir. İhtilattan önceki rivayetler ise kabul edilir. ibnu's-Salâh, Ulumu 'l-hadîs, s. 352


İbnu's-Salih (v. 643/1245), Buhâri ve Zühli (v. 258/871) gibi muhaddislerin, Ârim'den aldıkları rivâyetlerin ihtilat öncesine ait olması gerektiğini kaydetmektedir. ibnu's-Salâh, Ulumu 'l-hadîs, s. 356 Îraki (v. 806/1403) de, Müslim'in (v. 261/874) Dårimi vasıtasıyla Ârim'den aldığı rivayetlerin ihtilattan önce gerçekleştiğini ifade etmektedir. Irâki Takyid, s. 462


Görebildiğimiz kadarıyla Ârim'i en sert biçimde tenkid eden şahıs İbn Hibban (v. 354/965)'dır. Onun, Ârim hakkında, "Ömrünün sonunda ihtilata uğradı ve ne rivâyet ettiğini bilmeyecek kadar teğayyüre maruz kaldı. Bundan dolayı da rivayetleri içinde çok sayıda münker hadis vardır. Bu sebeple, müteahhir râvilerin ondan rivâyet ettikleri hadislerden kaçınmak gerekir. O rivayetler birbirinden ayırt edilemeyince, artık onların hepsi terkedilir ve hiçbir hadisiyle ihticac edilmez" dediğini öğrenmekteyiz. Bu değerlendirmeyi İbn Hibban'dan nakleden Zehebi'nin (v. 748/1347) şu tesbiti oldukça dikkat çekicidir: "İbn Hibban, râvi Ârim için hiçbir Münker hadis getirememiştir/gösterememiştir. Peki nerede kaldı onun iddiası? Zehebi, Mîzan, IV, 8; Leknevl, er-Raf'u ve't-Tekmil. s. 278-279; Sönmez. İbn Hibban ve Cerh-Ta'dil Metodu, s. 119.

Dårakutni'nin (v. 385/995). Ârim hakkında "İhtilâtından sonra onun münker bir hadisi ortaya çıkmamıştır, o sikadır" şeklinde yaptığı değerlendirme de, onun, hemen kolayca tenkid edilecek bir muhaddis olmadığını göstermektedir. Kaldıki Elbâni, hakkında ihtilaf edilen (muhtelefun fih) bir râvinin bulunduğu hadis için "Hasen olması muhtemeldir" diyebilmektedir.


Elbâni, İbn Teymiyye'den (v. 728/1327) naklettiği şu sözlerle de söz konusu Hz. Âişe hadisinin metnini tenkide tabi tutmaktadır:

"Bu haberin yalan olduğunu gösteren karinelerden birisi de, Hz. Âişe'nin yaşadığı dönemde evin (beyt) bir deliği olmamasıdır. Peygamber'in (sallahu aleyhi ve sellem) zamanında olduğu gibi (ev değişmeden) kalmıştır. Evin bir bölümü açık (tavansız) idi. Güneş de oradan girerdi... Şayet bu rivâyet sahih ise, bu, yaptıkları duâlarda insanların bir ölmüş ile tevessülde bulunmadıklarına delil teşkil eder... Onların kabir üzerine delik açmaları, ancak onun üzerine rahmetin inmesi içindir.... Elbâni, Tevessül, s. 141-142


Ali el-Kâri (v. 1014/1605) Ali el-Kâri. Mirkat, X, 291 de, kabrin semâya doğru açılmasının sebebini Rasûlullah (sallahu aleyhi ve sellem) ile ziyadesiyle istişfa' (ve tevessül) e bağlayan görüşe dikkat çekmektedir. Kabrin açılmasını da o, kabrinin tam karşısında Rasûl-i Ekrem'in hücre-i saâdetinin tavanından müteaddit menfezlerin gerçekleştirilmesi şeklinde açıklamaktadır.

Bahse konu olan rivâyetin isnadı sahih değilse de, Gumari'nin de belirttiği üzere la be'se bih olmalıdır. Gumari, Misbah s. 53.


Zararı yok, zararsız mânasına gelen leyse bihî be'sün veya Iâ be'se bih terimi, ta'dil lafızlarındandır. Nitekim Yahya b. Main, "Benim, kendisi hakkında lâ be'se bih dediğim kimse sikadır" der. Bkz. ibn Sa'd,Tabakat, II, 10; V, 148.